Menzil Cemaatinin Korkunç Yüzü ve Gerçekler

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi cümlemizin üzerine olsun kıymetli okuyucularımız. Bugün gündemi fazlası ile meşgul eden ve genç kardeşlerimizin ilgi odağında bulunan Menzil Cemaatini, Süleymanlı Haber olarak tüm detaylarıyla siz kıymetli kardeşlerimize anlatacağız.

Neden Menzil İsmini Kullanmaktalar?

Abdülhakim Erol tarafından, Adıyaman’ın Kahta ilçesine bağlı Menzil Köyü’nde kurulması hasebiyle Menzil Cemaati olarak isimlendirilmiş ve bu isim ile şöhret bulmuştur.

Menzil Tarikatının Kurucusu Abdülhakim Erol Kimdir?

Adıyaman’ın Kâhta ilçesinin Menzil Köyünde 2 Mayıs 1949 yılında doğmuştur. Babası Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni’dir.Yine babasının Hz.Hüseyin (r.a) ‘ın soyunadan geldiği ve Seyyid olarak nitelendirildiği kaynaklarda belirtilmekle birlikte başta Güneydoğu Anadolu bölgesi olmak üzere Suriye’de Ahmed Haznevî’nin halifelerinden olduğu belirtilmektedir.

Abdülhakim Erol’un babası Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni Siirt ilinin Baykan ilçesine bağlı Kermat köyünde 1902 yılında dünyaya gelmiştir. Yine çeşitli vesilelerle doğu bölgelerinde ilim aldığı ve vazifeler yaptığı kaynaklarda mevcut olmakla birlikte  bir yıl kadar kaldığı Menzil köyünde hastalanan Abdülhakim Hüseynî Hazretleri tedavi için Diyarbakır’a götürüldü. Oradan da Ankara’ya nakledildi. Ankara’da yapılan ameliyattan sonra da durumu düzelmedi. 25 Mayıs 1392 (1972) yılında Ankara’da vefat etli. Cenazesi Menzil köyüne götürülerek, talebeleri tarafından daha önce kendisinin işaretlemiş olduğu yere defnedildi.

Menzil Tarikatının kurucusu Abdülhakim Erol’un babası hakkında bilgi verdikten sonra bir de abisi hakkında da bilgi verilmesi gerektiğini öngörmekteyiz. Çünkü bu tarikatlar ve cemaatlerin aile şirketi gibi olduğunu, bu şahısların nasıl kutsandığını ve daha sonra dini kullanıp sistemleşerek büyüdüklerini görmemiz açısından daha verimli olacaktır.

Muhammed Raşid Erol Abdülhakim Erol’un abisidir.23 Mart 1930 tarihinde Siirt’in Baykan ilçesine bağlı Siyanüs köyünde doğmuştur. Genelde Seyda Muhammed Raşid Erol diye zikredilmektedir. Babası Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni ile birlikte Bilvanis köyünde 6 sene kaldıktan sonra sırasıyla önce Bitlis’in Kasrik köyünde 11 sene, Siirt’in Kozluk kazasının Gadir köyünde 9 sene ikamet edip, oradan da hayatının sonuna kadar ikamet edecekleri Adıyaman ilinin Kâhta kazasının Menzil köyüne yerleştiler.

1968 yılında halifelik icazetini alan Muhammed Raşid Erol babasının  vefatından sonra 1972 yılında tarikatın başına geçmiş ve  irşad görevi bilfiil 11 yıl süre sürmüştür. Yurtiçi ve yurt dışından aşırı ziyaretçileri gelmiş, bu sebeple de 12 Eylül Askeri darbesi sonunda, Çanakkale’nin Gökçeada ilçesinde mecburi ikamete tabii tutulmuştur. Önce Adıyaman’a, sonra Adana’ya oradan da Gökçeada’ya götürülen Raşid Erol çektiği sıkıntı ve adanın havasının sıhhatini etkilemesi sonucu Ankara’ya nakledilmiştir. Burada da 16 ay gözetim altında tutulduktan sonra Merkezi idarenin izniyle Menzil’e dönmüştür.

1991 yılında Bayramlaşma esnasında zehirleme girişimi olmuş ve sonrasında çeşitli hastalıklarla cebelleştiği görülmüştür. 22 Ekim 1993 Cuma günü 63 yaşında vefat etmiştir. Dikkat edilirse silsile dedikleri babadan oğula geçen bu tarikatın liderleri sayılan şahıslara rabıtalar yapılmakta biri öldüğünde bir diğeri tarikatın başına geçmekte ve insanları din ile kandırıp rabıta ibadetini yaptırmaktadırlar.

Buraya kadar Menzil Cemaati’nin esas kurucusu sayılan Abdülhakim Erol’un öncesi ve sonrası olmak üzere, babası ve abisi hakkındaki bilgilere kısaca yer verdik. Biraz da Menzil tarikatının kurucusu Abdülhakim Erol hakkında bilgi vermek isteriz.

Abdülhakim Erol abisinin vefatı üzerine menzil cemaatinin başına geçmiştir. Abisi Muhammed Raşid Erol Siirt doğumlu olmakla birlikte Abdülhakim Erol ise Menzil doğumludur. Bu sebeple cemaat Menzil ismi ile Abdülhakim Erol zamanında özdeşlemiş ve sistemleşmiştir. Kendisini müritleri “Gavs-ı Sani” diye nitelendirilmektedirler. Aynı zamanda Abdulbaki Erol’un yedi çocuğu bulunmaktadır. Bu çocuklarından bir kısmı vefat etmiştir. Hayatta kalan çocukları ise tıpkı yukarıda Abdulbaki Erol’un babasının vefatından sonra olduğu gibi Abdulbaki Erol’un 12 Temmuz 2023 tarihinde vefatından sonra, birbirleri arasında farklı bölünmeler ve liderlik yani şeyhlik yarışına girmişlerdir.

Resmi açıklamalara bakılırsa Abdulbaki Erol’un oğlu Muhammed Saki Elhüseyni’nin Menzil’in 28 yıldır omurgasını oluşturan ve holdingleşen Semerkand Vakfı ile bir bağının kalmadığını ve Serhendi Vakfı olarak hizmete devam edeceğini açıkladı.

Aynı şekilde Menzil Cemaatine ait yardım ve yayın organları ile de bağını koparması neticesinde “Semerkand Vakfı, Tümsiad, Beşir Derneği, Gençkon” ile bağını kopararak bağımsızlığını ilan etmiştir.

Diğer iki kardeş ise Muhammed Saki Elhüseyni şeyhliğini kabul etmemiş ve kendileri de şeyhliklerini ilan etmişlerdir ve hatta 3 gün boyunca tövbelerin geçersiz olduğunu kamuoyuna duyurmuşlardır.

Bu bölüme kadar genel itibari ile Menzil Cemaatinin liderleri hakkında kısa bilgilendirme yapılmıştır. Şimdi ise esas konumuzu teşkil eden Menzil Cemaatinin dini boyutunu ve İslamiyet ile alakası olmayan bidat – hurafeleri ve tasavvuf adı altında insanlara dikte ederek onları sapıklığa nasıl götürdüklerini anlatmaya geldi.

Menzil Cemaati diye nitelendirilen bu yapı kendisini herkes tarafından bilinen Nakşibendi Tarikatının Halidiye Kolu olarak görmektedir.

Bu tarikat ve Halidiye Kolu; ne kadar sapkın, hurafe, bidat var ise hepsini içerisinde barındıran ve insanları şirk pisliğine bulaştıran bir yapı haline gelerek başta Tevhid akidesini bozmakta ve Müslümanların içerisine yerleşmiş bir virüs gibi İslam dinini içeriden çökertmeye çalışmaktadırlar.

Sadece Nakşibendi Tarikatının Halidiye Kolundan olanlar değil diğer bir çok tarikat ve tasavvuf adı altında bu sapkınlık yaygın bir hal almış ve bunları İslam dini ile özdeşleştirme çalışmaları başta İngiltere olmak üzere tüm İslam coğrafyasının içerisinde hız kesmeden sürdürülmektedir.

Şimdi sıra Menzil Tarikatının bu sapkınlık anlayışını ve İslamiyet ile uzaktan yakından olmayan ritüellerini açıklamaya geldi.

MENZİL CEMAATİNE GİRİŞ İÇİN YAPILMASI GEREKEN SEKİZ (8) ŞART VE İSLAMDAKİ YERİ

Öncelikli olarak Menzil tarikatına girebilmeniz için el almak diğer bir değişle tövbe etmek gerekmektedir. Bu el alma işlemi, Gavs diye nitelendirilen tarikat şeyhi/ şeyhin halife veya vekillerinden biri tarafından yapılır.

Bu tövbe işlemi gerçekleştirildikten sonra ise kişinin eline, içinde cemaatin yerine getirilmesini istediği sekiz tane emirin yer aldığı bir kağıt tutuşturulur ve bu emirler İslam dininin farzları/gereklilikleri gibi kişiye dayattırılır. Bu sekiz şart yerine getirildiği takdirde sofiliğe ilk adım atılmış olunur.

Dilerseniz Menzil Tarikatında olanların her ne kadar kağıt ve yazı şekli değişmiş olsa da tarikata girebilmek için yapılmasını istediği sekiz şartı aşağıda inceleyebilirsiniz, yazımızın devamında da her bir şartı tek tek ele alarak yaptığımız açıklamamızı da okuyabilirsiniz.

menziltarikatina giris

Yukarıdaki maddeler bizzat Menzil Tarikatına girebilmek için uygulanması gereken tövbe merasimidir. Bu maddeler kulağa hoş gelen, masumane olsa da insanları tuzağa düşürmek için uygulamış oldukları bir takım beyin yıkama operasyonudur.

Tövbe adı altında Şeyhin huzurunda veya bölgelerdeki vekilleri aracılığıyla masumane bir tövbe yaptırılır. (Bu tövbenin ilk kısmı kabul edilebilir nitelikte olabilir ancak son kısım ile şeyhe bağlama işlemi gerçekleştirilir. Ki bu durum İslam dininde asla kabul edilmez.)

Bu tövbe tam olarak şu şekildedir.” Ya Rabbim bütün yapmış olduğum günahlardan dolayı ben pişmanım bir daha yapmayacağım şeyh olarak kendime (Menzil Tarikatının başında kim varsa onun ismi zikredilerek) seçtim.” diyerek tövbe işlemi Şeyh’in huzurunda el alarak, ip atarak veya bire bir  vekilleri aracılığı ile gerçekleştirilir.

Bu şekilde tövbe edilmesinde sakınca görmeyen, nihayetinde bir şahsın tövbesine aracı olmanın normal bir durum olduğunu, bu tarikat ehillerini birer vesile olarak gören ve tüm bunları savunanlar olabilir. Daha önce Süleymanlıhaber olarak “Vesile nedir, Maide Suresi’nde nasıl anlatılmıştır?” sorularının cevaplarına çeşitli yazılarımızda defaatle değindik. Yine diğer dinlerin tövbe ritüelleri incelenirse; Menzil Tarikatında yapılan tövbe işlemi ile sonrasında şeyhe bağlanma işlemlerinin Hristiyanlıktaki ve diğer bazı din mensuplarının inancına daha çok benzediğini göreceksiniz. Kaldı ki İslam dininde bu tür bir tövbe olmadığı gibi başta peygamberimiz Muhammed Mustafa  Efendimiz (s.a.v) yine onun sahabeleri, onlardan sonra gelen tabiun , etbau tabiun ve diğer samimi alimlerimiz insanlara yaptıkları hatalardan dolayı Rablerine halis niyetle tövbe etmelerini öğütlemiş ve Allah’a karşı, samimi- ihlaslı bir kul olmaya davet etmişlerdir. Şekiz şart talimatı diye bir talimatname İslam dininde yer almasa da Mürşit terbiyesi amacıyla bu gibi şartları koymak, Müritleri kendi tarikatına abone yapmadan işlemi halini almış bir Kur’an ve Sünneti devreden çıkaran bir bidattır.

Tövbe ile ilgili ayetler ve sahih hadislerde bir müminin ne için ve nasıl tövbe etmesi gerektiği açık-net bir şekilde belirtilmekte, tövbe edenlerin vasıflarına dahi değinilmiştir. Kuran ve Sünneti anlatmayan Menzil tarikatı veya Nakşibendi vb tarikatların başındakilerin öncelikli olarak kendilerinin, samimi bir niyetle tövbe edip ondan sonra diğer insanları Kuran ve Sünnet ile buluşturmalıdırlar.

Süleymanlı Haber ekibi olarak bizler, Tövbelerin samimi bir şekilde Rabbimize yapılması gerektiğini ve Kuran ile Sünnete tabi olunması gerektiğini belirtmekle birlikte konuyla ilgili Kuran’dan ayeti kerimeleri de siz kıymetli okuyucularımıza sunmak isteriz.

 Şüphesiz ki bizim indirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti, insanlar için Kitap’ta açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya!), bunlara Allah lanet etmektedir ve tüm lanet ediciler de lanet etmektedir. (2/Bakara 159)

(Âlimler, Allah’ın (cc) yeryüzündeki şahitleridir. Tevhidi ilan edip açıklayacaklarına dair Allah’a (cc) söz vermişlerdir. (bk. 3/Âl-i İmran, 18) Şahsi menfaatleri, toplum tarafından kabul görme isteği, kendilerine teklif edilen makam ve mevki nedeniyle hakkı gizleyip şahitlik vazifesini yerine getirmeyenler, Allah (cc) ve tüm lanet ediciler tarafından lanetlenmişlerdir. (bk. 3/Âl-i İmran, 187-188; 7/A’râf, 169 ve 175-177. ayetler)

 Tevbe edenler, (hatasını) düzeltenler ve (yanlış yaptığını insanlara) açıklayanlar (bu lanetten) istisnadır. Bunların tevbesini kabul edeceğim. Ve ben (tevbeye muvaffak kılan, tevbeleri çokça kabul eden) Et-Tevvâb, (kullarına karşı merhametli) Er-Rahîm olanım. (2/Bakara 160)

 Tevbe edenler, (hatasını) düzeltenler ve (yanlış yaptığını insanlara) açıklayanlar (bu lanetten) istisnadır. Bunların tevbesini kabul edeceğim. Ve ben (tevbeye muvaffak kılan, tevbeleri çokça kabul eden) Et-Tevvâb, (kullarına karşı merhametli) Er-Rahîm olanım. (2/Bakara 160)

 Sana (kadınların) hayız hâlini soruyorlar. De ki: “O (hayız) bir ezadır. Hayız döneminde kadınlarla (cima etmekten) uzak durun. (Hayız bitip) temizleninceye kadar (cima etmek için) onlara yaklaşmayın. (Gusledip) temizlendiklerinde Allah’ın size emrettiği yerden onlara varın. Şüphesiz ki Allah, çokça tevbe edenleri sever. Çokça temizlenenleri de sever.” (2/Bakara 222)

 İman ettikten sonra kâfir olan, Resûl’ün hak olduğuna şahitlik eden ve kendilerine apaçık deliller gelmiş olmasına rağmen (küfre sapan) bir topluluğu Allah nasıl hidayet etsin? Allah, zalimler topluluğunu hidayet etmez. (3/Âl-i İmran 86)

 (Bunlar hidayeti hak etmez.) Bunların cezası; Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların lanetlerinin üzerlerine olmasıdır. (3/Âl-i İmran 87)

 Onda ebedî kalacaklardır. Onlardan azap hafifletilmeyecek ve onlara değer verilmeyecektir/onların azabı ertelenmeyecektir. (3/Âl-i İmran 88)

 Bundan sonra tevbe edenler ve (hatalarını) düzeltenler müstesna! Şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (3/Âl-i İmran 89)

 Muhakkak ki iman ettikten sonra kâfir olan ve (kâfirlerin safında yer alıp, müminlere düşmanlık eden veya riddet üzere ölerek) küfürlerini arttıranların tevbesi kabul olunmayacaktır. Bunlar, sapıkların ta kendileridir. (3/Âl-i İmran 90)

 Sizden zinaya yanaşanlara eziyet edin. Şayet tevbe eder ve (hatalarını) düzeltirlerse onlardan yüz çevirin. Şüphesiz ki Allah, (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) Tevvâb, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (4/Nisâ 16)

Mücahid (rh) ayetin eşcinsel ilişkiler için indiğini söylemiştir. (bk. Tefsiru’l Kur’ân’il Azim) Ebu Muslim El-Isfahani de 15. ayetin kadınlar, 16. ayetin erkekler arası eşcinsel ilişkinin cezasına dair olduğunu söylemiştir. Allah (cc) en doğrusunu bilir.

 Allah’ın (kabul edeceğine söz vererek) üstlendiği tevbe, bilmeden günah işleyen sonra çabucak tevbe edenler içindir. Bunların tevbesini Allah kabul eder. Allah (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. (4/Nisâ 17)

 (Tevbe etmeksizin) günah işleyip duran, onlardan birine ölüm gelip çatınca da: “Şimdi tevbe ettim.” diyenlerin ve kâfir olarak can verenlerin tevbesi yoktur. Bunlara can yakıcı bir azap hazırlamışızdır. (4/Nisâ 18)

 Şüphesiz ki münafıklar, ateşin en alt tabakasındalardır. Sen onlar için bir yardımcı da bulamazsın. (4/Nisâ 145)

 Tevbe edenler, (hatalarını) düzeltenler, Allah’a tutunanlar ve dinlerini (içine şirk ve riya karıştırmadan) Allah’a halis kılanlar; bunlar (münafıklarla değil), müminlerle beraberdir. Ve Allah, müminlere büyük bir ecir verecektir. (4/Nisâ 146)

 Hırsız erkek ve kadının, işledikleri (kötülüğün) karşılığı ve Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. (5/Mâide 38)

 Kim de zulmünden sonra tevbe eder ve (hatasını) düzeltirse şüphesiz ki Allah, onun tevbesini kabul eder. Şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (5/Mâide 39)

 Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde de ki: “Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti kendi üzerine yazdı. (Şöyle ki:) Sizden her kim bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra onun ardından tevbe eder ve (hatasını) düzeltirse, hiç şüphesiz O (Allah), (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr ve (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.” (6/En’âm 54)

 Musa tayin edilen yere gelip, Rabbi onunla konuşunca: “Rabbim! Bana göster de seni göreyim.” demişti. Allah buyurdu ki: “Beni göremeyeceksin. Fakat dağa bak. Eğer yerinde durabilirse beni göreceksin.” Allah dağa tecelli edince onu paramparça etti ve Musa düşüp bayıldı. Ayılınca da: “Seni (tüm eksikliklerden) tenzih ederim. Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim.” demişti. (7/A’râf 143)

 Kötülükler işleyip, sonrasında tevbe edip iman edenlere gelince; hiç şüphesiz Rabbin, onun ardından (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (7/A’râf 153)

 Musa, tayin edilen randevu için kavminden yetmiş kişiyi seçmişti. (“Allah’ı açıktan görmeden iman etmeyiz.” sözlerine ceza olarak) onları şiddetli bir sarsıntı yakalayınca demişti ki: “Rabbim! Dileseydin bundan önce bunları da beni de helak ederdin. İçimizdeki sefihlerin/kıt akıllıların yaptığından dolayı bizi helak mı edeceksin? O, senin sınamandan başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırır, dilediğini de hidayet edersin. Sen, bizim velimizsin/dostumuzsun. Bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.” (7/A’râf 155)

 “Bize bu dünyada da ahirette de iyilik yaz. Şüphesiz ki (tevbe edip, hidayetini umarak) sana yöneldik.” (Allah) buyurdu ki: “Azabıma gelince, onu dilediğime isabet ettiririm. Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Onu, korkup sakınanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize iman edenlere yazacağım.” (7/A’râf 156)

 Hiçbir mümine karşı ne akrabalık bağını ne de (verdikleri bir) sözü gözetirler. İşte bunlar, haddi aşanların ta kendileridir. (9/Tevbe 10)

 Şayet (şirkten) tevbe eder, namazı kılar, zekâtı da verirlerse dinde kardeşlerinizdir. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle detaylı bir şekilde açıklarız. (9/Tevbe 11)

 Andolsun ki Allah, Peygamber’i ve içlerinde bir grubun kalbi kaymak üzereyken, zorluk saatinde Nebi’ye uyan Ensar ve Muhacir’i tevbeye muvaffak kıldı. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Şüphesiz ki O, onlara karşı (şefkatli olan) Raûf, (merhametli olan) Rahîm’dir. (9/Tevbe 117)

 (Savaştan) geri bırakılan üç kişiyi de (bağışladı). Öyle ki; yeryüzü tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, nefisleri de onlara dar gelmiş/vicdan azabından kıvranıyorlardı. Allah’tan başka sığınılacak/melce olmadığını da anlamışlardı. Sonra (Allah), tevbe etsinler diye onları tevbeye muvaffak kıldı. Şüphesiz ki Allah, (tevbeye muvaffak kılan ve tevbeleri çokça kabul eden) Et-Tevvâb, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir. (9/Tevbe 118)

Elif, Lâm, Râ. (Bu,) ayetleri sağlamlaştırılıp (muhkem kılınmış) sonra da (hüküm ve hikmet sahibi) Hakîm ve (her şeyden haberdar) Habîr (olan Allah) tarafından detaylı olarak açıklanmış bir Kitap’tır. (11/Hûd 1) Kur’ân’ın mufassal/detaylandırılmış bir kitap olmasının hikmetleri için bk. 6/En’âm, 55

(Ayetlerin Allah tarafından muhkem kılınıp, sonra detaylı bir şekilde açıklanmasının nedeni) Allah’tan başkasına ibadet etmemenizdir. Şüphesiz ki ben, size O’ndan bir uyarıcı ve müjdeciyim. (11/Hûd 2) (Kitab’ın indiriliş gayesi için bk. 4/Nisâ, 105. Kur’ân’ın mufassal/detaylandırılmış bir kitap olmasının hikmetleri için bk. 6/En’âm, 55)

 Rabbinizden bağışlanma dileyin sonra da O’na tevbe edin. (Buna karşılık) sizi belirlenmiş bir süreye kadar güzellikle faydalandırır ve her fazilet sahibine lütuf ve ihsanından verir. Şayet yüz çevirirseniz, şüphesiz ki sizin için büyük günün azabından korkmaktayım. (11/Hûd 3)

 “Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin. Sonra da O’na tevbe edin ki; yağmur dolu semayı üzerinize göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. (Sakın) suçlu günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.” (11/Hûd 52)

 Semud’a da kardeşleri Salih’i (gönderdik). Demişti ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet/kulluk edin! Sizin O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilahınız yoktur. Sizi yerden (topraktan) yaratan ve orayı imar edip, orada ömür süresiniz diye (sizi var eden) O’dur. (Öyleyse) O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şüphesiz ki Rabbim, (kullarına en yakın olan) Karib ve (dualara ve isteklere icabet eden) Mucîb’dir.” (11/Hûd 61)

 Andolsun ki biz, Musa’ya Kitab’ı verdik. Onda ihtilaf edildi. Rabbinden bir söz/hüküm geçmemiş olsaydı, aralarında hüküm verilmiş olurdu. Gerçek şu ki onlar, (Tevrat’tan) yana huzursuzluk veren bir şüphe içindedir. (11/Hûd 110)

 Şüphesiz ki Rabbin, hepsine amellerinin karşılığını eksiksiz verecektir. (Çünkü) O, onların yaptıklarından haberdardır. (11/Hûd 111)

 Sen ve seninle beraber tevbe edenler, emrolunduğun gibi dosdoğru ol(un)! Azgınlaşmayın! (Çünkü) O, yaptıklarınızı görendir. (11/Hûd 112)

 Sonra kuşkusuz ki Rabbin, bilgisizce kötülük işleyen sonra bunun ardından tevbe edip (hâllerini) düzeltenlere, (evet) şüphesiz ki Rabbin, (böylelerine karşı) (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) pek Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (16/Nahl 119)

 Rabbiniz nefislerinizde olanı en iyi bilendir. Şayet salih kimseler olursanız hiç şüphesiz ki (Allah), O’na çokça yönelenleri bağışlayandır. (17/İsrâ 25)

 Bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği Âdem’in zürriyetinden peygamberler, Nuh’la beraber (gemide) taşıdıklarımız, İbrahim ve İsrail’in soyundan olanlar ve seçip hidayet ettiklerimizdir. Onlara, Er-Rahmân’ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlardı. (19/Meryem 58)

 Onlardan sonra bir topluluk geldi, namazı zayi/ihmal edip şehvetlere uydular. Onlar “ğayy” (özel bir azap çeşidi) ile karşılaşacaklardır. (19/Meryem 59)

 Tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyenler müstesna. Bunlar, cennete girecek ve hiçbir zulme uğramayacaklardır. (19/Meryem 60)

 (O) Adn Cennetleri ki; Er-Rahmân kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz ki Allah’ın vaadi yerine gelir. (19/Meryem 61)

 Orada boş söz işitmezler. (İşitecekleri) yalnızca “selam”dır. Ve onlara, orada sabah ve akşam rızıkları vardır. (19/Meryem 62)

 İşte bu, kullarımızdan takvalı olanları vâris kılacağımız cennettir. (19/Meryem 63)

 Şüphesiz ki ben; tevbe eden, iman eden, salih amel işleyen ve hidayete eren kimselere karşı çok bağışlayıcıyım. (20/Tâhâ 82)

 Şeytan ona vesvese vermiş ve demişti ki: “Ey Âdem! Sana (yediğin takdirde ebedîleşeceğin) ebediyet ağacını ve tükenmeyecek mülkü göstereyim mi?” (20/Tâhâ 120)

 (İkisi) ondan yediler, avret yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etti, şaşırdı. (20/Tâhâ 121)

 Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve yol gösterdi. (20/Tâhâ 122)

 İffetli kadınlara iftira edip de sonra (söylediklerinin doğruluğuna dair) dört şahit getirmeyenlere, seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini ebediyen kabul etmeyin. İşte bunlar, fasıkların ta kendileridir. (24/Nûr 4)

 Bunun ardından tevbe edip (hâllerini) düzeltenler müstesna. Şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (24/Nûr 5)

 Mümin kadınlara da: “Gözlerini (haramdan) kısmalarını ve iffetlerini muhafaza etmelerini” söyle. Kendiliğinden görünenler hariç süslerini açığa çıkarmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (kafa, boyun ve göğüs kısmını örtecek şekilde). Kocalarından, babalarından, kayınbabalarından, çocuklarından, kocalarının (başkasından olma) çocuklarından, kardeşlerinden, erkek kardeşlerin çocuklarından, kız kardeşlerin çocuklarından, kendi kadınlarından, sağ ellerinin sahip olduğu (köle ve cariyelerden), kadına (ihtiyaç ve arzusu olmayan) erkeklerden, kadınların avretini anlamayan çocuklardan başkasına süslerini göstermesinler. Gizledikleri ziynetler anlaşılsın/bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep beraber topluca Allah’a tevbe edin ki, kurtuluşa eresiniz ey müminler! (24/Nûr 31)

 Onlar, Allah’la beraber başka bir ilaha dua etmez, (İslam’ın izin verdiği kısas gibi meşru bir) hak olmaksızın, Allah’ın haram kıldığı cana kıymaz ve zina da etmezler. Kim de bunları yaparsa bir cezayla karşılaşacaktır. (25/Furkân 68)

 Kıyamet Günü’nde azabı kat kat arttırılacak, (azabın içinde) aşağılanmış bir hâlde ebediyen kalacaktır. (25/Furkân 69)

 (Fakat) tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyenler bunun dışındadır. Allah, bunların günahlarını sevaba çevirir (ya da şirklerini imana, cinayetlerini ıslaha, zinalarını iffete çevirir). Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (25/Furkân 70)

 Kim de tevbe edip salih ameller işlerse şüphesiz ki o, tevbesi makbul olarak Allah’a dönmüş olur. (25/Furkân 71)

 O gün (Allah) onlara seslenecek: “Resûllere ne cevap verdiniz?” (28/Kasas 65)

Ahirette insana sorulacak iki temel soru vardır: Biri tevhiddir. Kime ibadet ettiği, kimi ilah ve rab edindiği kula sorulacaktır. İkinci soru ise Resûl’e ne cevap verdiği, ümmeti olduğu Peygamber’in sünnetine ne oranda uyduğudur. Öyleyse kul; bilgisini, amelini ve çabasını bu iki esasa yoğunlaştırmalıdır.

 O gün haberler onlara kapalı kalır (ne cevap vereceklerini bilmezler). Birbirlerine soru da sormazlar. (28/Kasas 66)

 Kim de tevbe eder, iman eder ve salih amel işlerse, kurtuluşa erenlerden olması umulur. (28/Kasas 67)

 Müminlerden öyle yiğitler vardır ki; Allah’la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmemişlerdir. (33/Ahzâb 23)

 Allah, sadık olanları, doğrulukları nedeniyle mükâfatlandıracak; münafıklara da dilerse azap edip dilerse tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (33/Ahzâb 24)

 Şüphesiz ki biz; göklere, yere ve dağlara emaneti (şer’i sorumluluğu/irade ve mükellefiyeti) teklif ettik. Onu yüklenmekten kaçındılar. Ve ondan endişeye kapıldılar. (Ama) insan onu yüklendi. Çünkü o, pek zalim, pek cahildir. (33/Ahzâb 72)

 (Bu teklif) Allah’ın münafık erkek ve münafık kadınlara, müşrik erkek ve müşrik kadınlara azap etmesi; mümin erkek ve mümin kadınların da tevbelerini kabul edip (onları bağışlaması) içindir. Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (33/Ahzâb 73)

 Önlerindeki ve arkalarındaki göğü ve yeri görmediler mi? Şayet dilesek, onları yerin dibine geçirir ya da göğü üzerlerine parçalar hâlinde düşürürüz. Şüphesiz ki bunda, (Allah’a çokça) yönelen her kul için (ibret alınacak) bir ayet vardır. (34/Sebe’ 9)

 Arşı taşıyan ve onun etrafında bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih eder, O’na iman eder ve iman edenler için bağışlanma talebinde bulunurlar: “Rabbimiz! Rahmet ve ilimle her şeyi kuşattın, tevbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azabından koru.” (40/Mü’min (Ğafir) 7)

 “Onları kötülüklerden koru. O gün kimi kötülüklerden korumuşsan hiç şüphesiz ona merhamet etmişsindir. Ve bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir.” (40/Mü’min (Ğafir) 9)

 Size ayetlerini gösteren ve sizin için gökten rızık indiren O’dur. (Allah’a) yönelenden başkası öğüt almaz. (40/Mü’min (Ğafir) 13)

 “Dini (tevhidle) ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” diye Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim, Musa ve İsa’ya emrettiğimizi sizin için dinde şeriat kıldık. Müşrikleri kendisine davet ettiğin (tevhid) onlara ağır geldi. Allah dilediği kulunu (tevhid ve ayrılıksız din için) seçer ve O’na yönelenleri hidayete erdirir. (42/Şûrâ 13)

 İnsana, anne babasına iyilikle davranmasını emrettik. Annesi onu meşakkat içinde taşıdı ve meşakkat içinde doğurdu. Onun (gebelikte) taşınması ve (sütten) kesilmesi otuz aydır. Sonunda yetişkinlik çağına erip kırk yaşına gelince dedi ki: “Rabbim! Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi ve senin razı olacağın salih amellerde bulunmamı ilham et/beni şükre sevkedip yönlendir. Zürriyetimi de benim için ıslah et. Şüphesiz ki ben, sana tevbe ettim ve şüphesiz ki ben, Müslimlerdenim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullardanım.” (46/Ahkâf 15)

 İşte böyleleri, cennet ehli arasında yaptıklarının en güzelini kabul ettiğimiz, kötülüklerini affettiğimiz kimselerdir. (Bu,) onlara vadedilen doğruluk sözüdür. (46/Ahkâf 16)

 Cennet, muttakilere uzak olmaksızın yakınlaştırılmıştır. (50/Kâf 31)

 Bu, sizden, Allah’a yönelen (ve O’nun sınırlarını) koruyan her bir kimseye vadolunandır. (50/Kâf 32)

 Ey iman edenler! Resûl’e gizli olarak (bir müşkülünüzü arz edeceğinizde), konuşmanızdan önce sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet (verecek sadaka) bulamazsanız, hiç şüphesiz Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (58/Mücadele 12)

 Gizli konuşmalarınızdan önce sadakalar verecek olmaktan dolayı korktunuz mu? Madem ki yapmadınız, Allah tevbenizi kabul etti. (O hâlde) namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûl’üne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (58/Mücadele 13)

 Sizin için İbrahim’de ve onunla birlikte olan (müminlerde/resûllerde) güzel bir örneklik vardır. Hani onlar, kavimlerine demişlerdi ki: “Biz, sizden ve Allah’ın dışında ibadet ettiklerinizden berîyiz/uzağız. Sizi tekfir ettik (üzerinde bulunduğunuz yolu ve sizi reddettik). Bizimle sizin aranızda, tek olan Allah’a iman edinceye kadar, ebedî bir düşmanlık ve ebedî bir kin baş göstermiştir.” İbrahim’in babasına söylediği: “Senin için Allah’tan bağışlanma dileyeceğim. (Ama) Allah’a karşı sana hiçbir faydam olmaz.” sözü müstesna. Rabbimiz! Yalnızca sana tevekkül ettik, yalnızca sana yöneldik ve dönüşümüz de yalnızca sanadır. (60/Mümtehine 4)

Ayet-i kerime, her müminin uymak zorunda olduğu (16/Nahl, 123), yüz çevirenin sefih/kıt akıllı kabul edildiği (2/Bakara, 130), yolların en mustakimi olan, İbrahim’in (as) yolunu ve milletini tefsir etmektedir. İbrahim’in yolu:

a. Müşriklerden berî olmaktır. Çünkü şirki var eden ve onu fiiliyata döken müşriktir.

b. Allah’ın dışında ibadet ettikleri putlardan ve tağutlardan berî olmaktır. Ki “berî olmak” o fiili yapmamak ve fiilin sahibine bilinçli, imani bir tavır göstermeyi ifade eder.

c. Şirk ehlini tanımamak, reddetmek ve onların küfrüne hükmetmektir.

d. Dini Allah’a halis kılarak, ortak koşmaksızın, bir olan Allah’a iman edinceye dek kâfirlere düşmanlık etmek ve kin beslemektir.

İşte bu, Allah’a ve Resûl’üne savaş açmış, cehennem kapısında oturmuş, bizdenmiş gibi konuşarak bizi aldatan, Kitab’ı dillerine dolayan, ama onu az bir paha karşılığında satanların el birliği ve itinayla gizlemeye çalıştıkları İbrahim’in milletidir.

Ey iman edenler! Allah’a nasuh bir tevbeyle (günaha dönmeme azmiyle) tevbe edin. Umulur ki Rabbiniz, kusurlarınızı örter ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Nebi’yi ve beraberindeki müminleri rezil etmeyecektir. Onların nuru önlerinde koşup (parıldar). Sağlarından (amel defterlerini almışlardır). Derler ki: “Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, günahlarımızı bağışla. Çünkü sen, her şeye kadîr olansın.” (66/Tahrîm 8)

Yukarıdaki ayeti kerimeleri incelediğimizde Tövbelerin samimi bir niyet ile yalnızca Alemlerin Rabbi olan Allah-u Teala’ya yapılması gerektiğini ve hatta O’nun güzel isimlerinin de öğretildiğini görmekteyiz. Ancak Menzil Tarikatı denilen yapının ise tövbe adabı adı altında, güzel bir işe vesile olma teriminin de inceliğinden faydalanarak kendi şeyhlerine itaat ettirmektedirler. Yukarıdaki sekiz şart maddesini tövbeden sonra en geç üç gün içerisinde yapma zorunluluğunu da direterek müritlerin kendi uydurdukları yalanlara ve sapkınlıklarına katılımlarını sağlamaktadırlar.

Dilerseniz şimdi bu tövbe merasimi ve şirke bulaştırmada ilk adım niteliğinde olan 8 madde hakkında detaylı inceleme yapalım.

1 & 2.Madde : Tövbe niyetiyle abdest veya gusül abdesti alma ve bunu İslam dinine mensup olmayanlara atfetmek İslam dininde asla yoktur. Sapıklıklarına bu şekilde kılıf aranmaları da son derece hatalıdır.

3.Madde : Tövbe niyeti ile istihare namazı kılmak ve şafi mezhebine mensup olup kaza namazı olanlar için farklı bir ritüel eklemek şu demek oluyor ki; yine abdestlerinden şüphe duymaktalar  ve tövbe niyeti ile istihare namazı kılmaktalar. Hatta bu konuyla ilgili olan hadisleri anlayamamış olacaklar ki delil olarak sundukları hadisi şerifleri kendi çıkarları için kullandıkları veya bilerek tevil edip istismar ettikleri ortadadır. Delil gösterdikleri hadisi şerif gayet ve açık şu şekildedir:

“İstihâre, bir kimsenin yapmak istediği bir şeyin kendisi için hayırlı olup-olmayacağı konusunda bir işarete kavuşmak maksadıyla yatmadan önce iki rekât namaz kılarak Allah’a dua etmesidir. İnsanlar, bazen kendileri için önemli bir karar verecekleri veya bir seçim yapacakları zaman dünya ve ahiret bakımından kendileri için hangisinin daha hayırlı olacağını kestiremezler. Bunu anlayabilmek için istişare ederler ve Allah’tan yardım dilerler. Bu bakımdan istihâre, bir bakıma yapılacak işin hayırlı olmasını; hayırlı ise gerçekleşmesini Allah’tan dilemek ve O’ndan yardım istemektir. Hz. Peygamber ashabına her işte istihâreyi, Kur’an’ın bir suresini öğrettiği gibi öğretmiştir (Buhârî, Teheccüd, 25; Ebû Dâvûd, Vitir, 31).” İstiharenin amacı bu iken Tövbe niyeti ile istihare kıldırılarak işi farklı boyutlara taşımaları da son derece dini bilgilerinin sığ veya bilerek istismar edildiğinin göstergesidir.

4.Madde : Tövbe etmek(üç defa). Bunda hiçbir sakınca yoktur. Bu Menzil Tarikatına girişin bir bakıma şifresidir. Yukarıda tövbe konusunu ve ayetlerini sizlere aktarmıştık. Ancak Menzil Tarikatının uygulamalarına göre tövbe duası üç kere tekrarlanır ve sonunda şeyh olarak (o esnada lider kim ise O’na ) tabi olunur. Oysa ki ne ayetlerde ne de hadisi şeriflerde böyle bir uygulamaya yer yoktur. Sistemleri öyle güzel bir şekilde oturtulmuş ki sizin sorgulamanıza izin vermediği gibi avam tabakasını da bu şekilde doğrular ile kandırıp aldatmaktadırlar. 4.Maddeden sonra yapılacaklar ise Hinduizm ve Asya dinleri başta olmak üzere bir takım reenkarnasyon ve meditasyon şeklinde, gözlerin kapalı olarak yapılması gerekmektedir.

5. Madde : Gözler kapalı şekilde 25 defa Estağfirullah çektirilerek kişinin kalbinin cilalandığını hissederek şeyhin himmet ve duasının kabul olunduğuna inandırılmış olarak gökten rahmet indiği düşüncesine kapılarak, kalıplaşmış ezber sistemine uymaktır. Üstelik henüz o kelimenin manasını idrak etmeden kişileri meditasyon şeklinde psikolojik rahatlamaya meylettirmeyi de şarta bağlamışlardır.

6. Madde : Sekiz adet Fatiha Okuyup hediye etmek: Fatiha’nın manasını öğretmek yerine Fatiha hediye edilir kılmak ve bu her bir Fatih’da farklı kişiler zikredilerek yaptırmak İslam Dininde asla yeri olmayan uygulamalardır.

Fatiha’nın hediye edildiği kişilerin peygamber veya sahabe-i kiramdan olduklarını sanmayın lütfen. Aksine her biri Sadat-ı Kiramdan.

Kıymetli kardeşler burada başta Nakşibendi Abdülkadir Geylani ve kendi şeyhleri zikredilmektedir. Bunlara da Allah Dostu denilerek sıkı sıkıya irtibat kurulması ve hatta Peygamberimizin bu kişiler sayesinde biz kullara şefaat edeceğini bile çekinmeden söylerler. Tabi İslam dininde böyle bir olay söz konusu dahi değildir. Bu tüm delilleri ile yazının ilerleyen bölümlerinde anlatacağız.

7.Madde : Ölüm Rabıtası Yapmak; ayetlerde ve hadislerde dünya hayatının son bulacağı ve hadislerde Peygamberimizin tavsiyesi olmak üzere “Ölümü sıkça hatırlayın ona göre iş yapın.” şeklindeki tavsiyelerine binaen ölümü düşünmek gayet güzeldir .Ama Menzil Tarikatı “Ölümü düşünün!” yerine ölüm rabıtası diyerek kendilerine farklı manalar yükleyip kelime ve kavramları iveç yaparak insanları saptırmışlardır. Kaldı ki kağıt üzerinde kısa bir şekilde yazılmış olsa da uygulama esnasında Mürşidi Kamil’in bu ölüm anından haberdar olduğunu, şeytanı ölüm anında def edeceği ve kişiyi kurtaracağı düşüncesi mevcuttur. (İsmailağa Cemaati’nin önde gelen isimlerinden biri olan Cübbeli Ahmet diye bilinen şahıs bununla ilgili olarak “Kim Nakşibendi tarikatının Halidiye Kolundanım derse hemen kurtulur.” diyecek kadar işi saptırmıştır.Dileyen bu mevzuyu internetten izleyebilir.)

8.Madde : Mürşid Rabıtası Yapmak; işin en şirk ve tehlikeli boyutu olan bu unsura İslam dininde asla yer yoktur. Bununla ilgili “Rabıta Nedir? Kuran’daki Rabıta ile Tarikatlarda yapılan rabıta nedir?” diye uzun bir makalemiz yayınlandı.

Bu zamana kadar Kuran ve Sünnet ışığında tek bir eleştiri yapamayan bu yapılar, İslam dininden habersiz, bazı kelimeleri kendi lehlerine şirk unsuru kullanarak mürşidlerine bağlanmayı İslam dinin bir vecibesi olarak görmektedirler. Onun içindir ki hiç utanmadan sıkılmadan ayetleri tahrif ederek Müşriklik yapmaktadırlar. Öyle ki Allah’ın zati sıfatlarını kendi Mürşidi Kamillerine atfettiklerinin, Onları yüceltip putlaştırdıklarının farkında bile değiller.

Mürşit Rabıtasının uygulama metodu kağıt üzerinde yazılmasa da genelde akşam namazından sonra evvabin namazı sonrasında böylesi sapıklıklar ile tamamlanır;Mürit gözünü kapayıp âdap üzere/sağ kalçası üzere oturur.

Mürşidini de karşısında heybetle oturuyor olarak hayal eder. Mürşidinin ilahi nurlarla parlayan cemalini hayalinde canlandırır. Onu gözünün önüne getirmeye ve ondaki nurdan nasiplenmeye çalışır. Bütün gönlü ve hayal gücü ile ona yönelir. Allahu Teala’nın nuru, yücelik makamını temsil eden gökten mürşidin üzerine inmekte ve ondan nasibi olanlara ulaşmaktadır. İşte yer yüzünde ilahi nurun dağıtım merkezi yapılan bu kalbe yönelmek ve ondan nasiplenmek rabıtadır.

Mürit, mürşidin iki kaşı arasından çıkan bu ilahi nurun bembeyaz süt şeklinde ağız yoluyla vücuduna girip kalbine geldiğini, kalbindeki günah yaralarının onunla tedavi olduğunu ve kalbinden yayılarak bütün vücudunu sardığını düşünür. Bu nurun, onun kalbine nur banyosu yaptırdığını, içindeki manevi kirlerin temizlenerek başının üzerinden bir duman şeklinde çıktığını hayal eder. Bu şekilde 10-15 dakika devam eder. Sonra 25 defa estağfirullah diyerek gözünü açar ve kalkar. Yatağına gider, yüzü kıbleye gelecek şekilde sağ tarafına yatar.

8.Madde o kadar tehlikelidir ki insanların imanını çalar. Bu yapılar “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.” sözü ile de illaki bir mürşidi kamile bağlanmayı farz kılar, şeyhe sorgusuz itaat edilmesini gerektirirler. Süleymanlılarda Rabıta konusunu ele alan bir makalemizin bağlantısını aşağıda verdik.. Rabıta konusunda diğer birçok gerçeği öğrenmek için bağlantıya tıklayarak konu hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

thumbnail
Kur'an'daki Rabıta İle Tarikatların Rabıtası Aynı Değildir.
Süleymanlılarda Rabıta İbadeti Varmıdır?

Bu bölüme kadar Nakşibendi Tarikatının Halidiye koluna mensup olan Menzil Cemaati, sözde Ehli Sünnet olduklarını iddia eden ama İslam dini ile uzaktan yakından alakası olmayan kavramları değiştirerek iveç yapan bu kirli yapının sekiz şart diye nitelendirdiği maddeleri sizlere tek tek açıklamalarıyla anlattık.

Bu maddelerin tasavvuf adı altında insanlarımızı zehirledikleri gibi sünnette yeri olmayan şeyleri nasıl İslam dini diye sunduklarını ise şimdi farklı boyutuyla delilleri ile ele alalım. Bu yapının önde gelen isimlerinden birisinin bir konuşmasını video şeklinde aşağıya ekledik ki milletimiz bu yapının ne kadar İslam’dan uzak, tehlikeli- batini bir hareket olduğunu görsün.

Yukarıdaki videoda konuşan kişi  Fevzeddin Erol diye isimlendirilen Menzil Cemaatinin önde gelenlerindendir. Bu kişi İslam dininden bahsetmeyip farklı bir dini insanlara sunmakta, öyle ki müritlerine de bunu öğütlemektedir. Birinci ağızlardan yayınlanan video ile bile bu yapının ne Kuran ne de Sünnete tabi olmadığını, Kuran ve Sünneti açık bir şekilde suistimal ederek halka anlattıklarına tanıksınız. Videodaki öğretiler Menzil Tarikatının veya Cemaatinin temel öğretileridir.

Fevzeddin Erol, gavsa ve çocuklarına köle olmaları için diye millete şöyle çağrı yapıyor: 

“Bu gün biz insan olmuşsak Gavsın sayesindedir. Bugün bizi herkes seviyorsa Gavsın sayesindedir. Bize selam veriyorlarsa onun sayesinde ve bereketindendir. Onun için hiçbir zaman gavsın evladına kesinlikle yan bir gözü ile veya kötü bir gözle bakmayın. Onları Allah ile Resulullah ile baş başa bırakalım. Onları Gavsa teslim edelim. Bizim haddimiz değildir bunların haddini bildirmek haşa. Onun için hiçbir zaman Gavsın çocuklarının, torunlarının meselesini tefrika yapmayın. Tefrika hakkımız yoktur. Ayrım yapma hakkımız yoktur. Elimizden geldiği müddetçe bedenimizde ruh olduğu müddetçe canımızda can olduğu müddetçe, o aileye köle olacağız. O aile biz başımızı yere koyacağız bütün Gavs hazretleri çocukları başımıza basıp geçecekler. Yine de Gavsın hakkını teslim etmemiz mümkün değildir. Biz de siz de Gavsın evlatlarına kölelik yapacağız. yapmaya da mecburuz. Üzerimize farzdır, vaciptir. Ölünceye kadar Gavsın evlatlarına boyun eğmeye hizmet etmeye mecburuz… Hem Resullullah’ın evlatları hem de Gavsın evlatlarıdır. Bugün perişanlığımız bundan değil mi acaba? Yarın bunları incitirsek nasıl Resullulah’ın yüzüne bakacağız. Hiç mi benim rahmetimin genişliğine inanmadınız hiç mi gücünüz yoktu da benim torunlarıma anlayış göstermediniz? … Biz Gavs hakkında, çocukları hakkında münkirlik yaptık bu yüzden tasavvuf yerlerde sürünüyor…”
Fevzeddin Erol’ göre kendisi Gavs’tan geçindiği için varlık sebebi olarak olarak Gavsı görmektedir. Bu yüzden de milleti O’na itaate çağırıyor. Tabi cehaletinden asıl varlık sahibinin Allah olduğunu bilmiyor.

Bu nedenle Allah Tasavvuf Dinine sahip olan cahillerin hakkıyla Allah’tan korkmayacağı gerçeğini vurgularcasına,  “Kulları içinde ancak alimler, Allah’tan (gereğince) korkar. ” (Fatır, 28) buyurarak ilim sahiplerinin Allah’tan gereğince korkacağını vurgulamaktadır.

Allah, Kur’an’da yaşamın, ibadetlerin ve ölümün Allah’a adanmasını emredip hatırlatırken, Fevzeddin Erol cehaleti yayma çabasıyla Abdülbaki Erol ve ailesine adanmasını söylüyor:

“Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am, 162) buyrulmakla birlikte diğer ayetlerde de Rabbimiz bu olacakları bize bildirmiş ve bizlerin bu tuzaklara düşmememizi belirtmiştir.

“De ki: “Allah’ı bırakıp da bize faydası olmayan, zararı da dokunmayan şeylere mi tapalım? Allah, bizi hidayete kavuşturduktan sonra gerisingeri (şirke) mi döndürülelim? Arkadaşları ‘bize gel!’ diye doğru yola çağırdıkları hâlde, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp şeytanların ayarttığı kimse gibi mi (olalım)?” De ki: “Hiç şüphesiz asıl doğru yol Allah’ın yoludur. Bize âlemlerin Rabbine boyun eğmekle emrolunduk.” (En’am, 71)

“Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (Bakara, 255) 

Ayette görüldüğü gibi gökleri ve yeri koruyup gözetmek kendine güç gelmezken Allah neden mülküne ve yaratmasına birilerini ortak etsin!? Allah(c.c) ayeti kerimede Peygamberine dahi sadece Allah’a kulluk edilmesini, Allah’a çağrılmasını, emrederken; Fevzeddin Erol Gavsa kölelik etmeye çağırıyor….

“De ki: “Ey cahiller! Siz bana Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz?” (Zümer, 64)

 “De ki: “Ben ancak Allah’a kulluk etmek ve O’na ortak koşmamakla emrolundum. Ben yalnız O’na çağırıyorum ve dönüşüm de yalnız O’nadır.” (Ra’d, 36) şeklinde bizlere öğüt vermektedir.

Yazımızın gerekli yerlerinde Gavs vb kavramlardan bahsetmiştik. Bu kavramların sonradan uydurulduğu aşikar olmakla birlikte İslam dinine monte edilerek din kılıfı ile insanlara pazarlanması ve bu şahıslara uluhiyet verilmesinin şirk olduğunu da belirtmiştik. Yine yaptığımız araştırmalarda İbn Haldun Mukaddime’sinde; Gavs inancının tasavvufa, imamlara ulûhiyet atfeden aşırı Şiî fırka olan İsmailiye’den geçtiğini belirtmektedir. Osmanlı Şeyhülislamlarından Sa’dî, Gavs ve Ricâl inancının küfür olduğu yolunda fetva vermiştir.

Bu kavramların sadece günümüzde değil, başta Şia mezhebinin alt kolları olarak isimlendirilen ve İsmailiye’ye kadar uzandığını da bildirmek isteriz. Çok şükür ki Kuran ve  Sünnet var. Unutmayalım ki bizler kula kul olmaya değil Allah’a kulluk vazifemizi yerine getirmekle yükümlüyüz. Lütfen bu bilinçle hareket edelim ve kimseye kulluk yapma, kendisine üstünlük- insan dışı vasıflar yükleyerek Allah Teala’ya karşı asi olmayalım.

Dilerseniz şimdi Menzil Cemaati denilen ve başucu eserleri olarak yararlandıkları bazı eserleri sizlere anlatalım.

MENZİL CEMAATİNİN ŞİRK  KİTAPLARINDAN BAZI BÖLÜMLER

Bu bölümde ele alacağımızın eserin her bir başlığı teker teker üzerinde durulası türde içeriklere sahiptir. Ancak yazımızı daha fazla uzatmamak ve siz kıymetli okuyucularımızın dikkatini dağıtmamak adına, olurda sofilerinden biri ile karşılaşır ve sizleri bu esere yönlendirmeye çalışırsa fikir sahibi olmanız için kısa kısa değineceğiz.

Yazımızı sonuna kadar anlayarak okuyunca, mantık çerçevesinde düşününce ve araştırınca; bu eserin ne denli tehlikeli, İslam dini başlığı altında Kuran ile Sünnete aykırı ve hakikati baltalayıcı nitelikte olduğuna şahit olacaksınız. İşte Menzil Cemaatinin Şirk Kitaplarından en ön sırayı alan meşhur eserlerinden bazıları ve bunların bölümleri

1-“Seyyid Abdülhakim el Hüseyni (Gavs-i Bilvanisi) Hayatı ve Nakşibendi Tarikatı” İsimli Kitap

Bu kitap 1996 yılında Menzil Yayınları tarafından basılmaya başlanan, Menzil Tarikatının, Müritlerine dini öğrenmeleri amacıyla(!) okuttuğu kitaptır. Kitap şuanda Menzil Cemaatinin en güçlü yayın organlarından birisi olan Semerkand Yayınevi tarafından basılmaktadır.

Cemaate henüz yeni katılmış, İslam dininden henüz bihaber olan müritler, zaten bilmedikleri İslam’dan bu kitap sayesinde iyice uzaklaşıyor. Bu kitapla, Allah’a yaklaşmak için Mekkeli müşrikler gibi aracılar ediniyor, kulluğu şeyhlere-gavslara yapmayı İslam’ın farzı gibi öğrenip bununla amel ediyorlar. Baştan sona kadar, kendilerine mürit bağlama temeline dayanan bu kitabı, başucu eser yaparak insanları-müritlerini aldatmaktalar. Dilerseniz şimdi kitaptan bazı şirk öğretilerini buraya ekleyelim. Sizlerde bu yazımıza itibar etmiyorsanız kitabı para vermeden inceleyin. Para ile satın alarak bu kitaplara ve bu yapıya destek olmayınız.

“Seyyid Abdülhakim el Hüseyni (Gavs-i Bilvanisi) Hayatı ve Nakşibendi Tarikatı” İsimli Kitabın Sahtekarlıkları 1 : “Allah’a yemin ederim ki ,benim mürşidimin bir nazarını onun hacı gibi bin hacca değişmem” iftirası (S.32) Ben Hazne’de hizmet ederken Şeyh Muhammed Arbavî (K.S.) gelip beraber Hacc’a gidelim dedi. Ben “param yoktur, gelemem” dedim.Dedi ki: «Sen rüyasında Peygamber (A.S.)’i görüp, uyandığı zaman ben sahabe oldum, diyen kişiye benziyorsun.» Ben bu söze üstada hürmeten bir şey demedim. Ama Allah’a yemin ederim ki, ben mürşidimin bir nazarını onun Hacc’ı gibi bin Hacc’a değişmem. Ben çok defa şahit oldum ki, Hacc’a giden bazı kişiler Hazne’ye gelip Şah’ı gördükleri zaman, variyetlerini tekkeye bağışlayıp, Hac farizasından vazgeçip, tövbe tarikat alarak geri dönerlerdi.

Yukarıdaki satırlarda ve üst yazılarda size bir video atmıştık. Kitaptaki bu bölüm Allah ve Rasulünü’n hac öğretilerinin dışında yeni bir öğretiyi, hatta sahte ve yalan bir olayı başından geçmiş dini bir olgu gibi anlatıyor.

Kendi mürşidini yere göğe sığdıramayan bu sapkınlar mürşidini övmek amacıyla, Mürşidin Hac vazifesinden vazgeçmesini dahi normal görecek kadar sapıklıkta ileri gitmekteler. Üstelik hac için ayrılan paranın, tövbe tarikatı veya tekke bağışı ile geçim sağladıkları yere bağışlanmasını,  İslam dini adı altında öğütlüyorlar. (Bizler “Süleyman Hilmi Tunahan Haç Yapmıştır” başlıklı yazımızda Hac farizasının önemine binaen tüm detaylarıyla anlatmıştık. Dileyen kıymetli kardeşlerimiz sitemizde bu konuda araştırma yapabilirler.)

“Seyyid Abdülhakim el Hüseyni (Gavs-i Bilvanisi) Hayatı ve Nakşibendi Tarikatı” İsimli Kitabın Sahtekarlıkları 2 : “Benim kanaatimce hazne(şeyh) yakınında üzerine toz değen kişiyi Cehennem yakmaz.” Bütün amellerden maksat Allah (C.C.)’tır. Benim kanaatimce Hazne yakında üzerine toz değen kişiyi Cehennem ateşi yakmazı itiraz ederseniz size derim ki; Peygamber (S.A.V.) bir harp dönüşü buyuruyor: “Biz küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz.» Sahabe-i Kiram (R.A.) itiraz ettiler. Âmir Peygamber (S.A.V.): «Evet, o cihat nefis ve şeytanla olandır.» buyurdu. Diğer bir hadis-i şerifte: «Allah yolundaki cihadın tozu ile cehennem dumanı bir kişide bulunmaz.» buyurmuştur. Hazne yolculuğundan çeşitli meşakkatlere katlanan bir insanın niyeti; nefis ve şeytanın esiri olmayıp, salih bir Müslümanlık içindir, bu gayret «cihat-ı ekber» dir. Benim kanaatimce Şah-ı Hazne (K.S.)’nin ekmeğini yiyen cehenneme girmeyecektir. Eğer benim yetmiş senelik amelim olsa Şah-ı Hazne (K.S.)’nin ekmeğini amelinden üstün tutarım.

Yukarıdaki bölümde kendi kanaatlerini din olarak sunmakta ve hadisleri, şeyhlerini kutsamak için suistimal etmekteler. Bir de kendi şeyhleri cenneti garantilemişçesine onun tozunun değdiğini hatta ekmeğini yiyenlerin cehenneme girmeyeceğini, sanki bu konuda kendilerine bir vahiy gösterilmişçesine ifade ediyorlar. Oysa ki kimin cennet-cehenneme girip girmeyeceği hususunu bilen yalnızca Allah-u Tealadır. Onların bu anlatılarına karşı çıkılınca da maksatlarının şeyhin öğretilerini yerine getirmek olduğu, başka kötü niyetlerinin olmadığı yönünde savunmalar işitirsiniz. Lütfen bu gibi şirk nitelikli hiçbir şeye itibar etmeyip bu kişilerden uzak durunuz.

“Seyyid Abdülhakim el Hüseyni (Gavs-i Bilvanisi) Hayatı ve Nakşibendi Tarikatı” İsimli Kitabın Sahtekarlıkları 3 : Halifelik üç kısımdır:
a — Birincisi: Cenab-ı Hak’tan doğrudan Resululla h (A.S.)’a gelir, ondan da silsilede ki sâdâta, onlardan da hayattaki mürşide bildirilir. Mürşid de halifelik emri gelen kişiye tebliğ; eder. Bu kişi bu emri reddedemez. Bu evsafdaki kişi kalb. letâif ve Nefi-yu isbat virdini sırası ile çekip bitirmiştir.
b — İkincisi: Mürşid, kendi şeyhi veya silsilede ki başka meşayihlerle istişare kurarak bazı zâtlara halifelik verebilir . Bu zat da aynı şekilde seyri sülûkünü tamamlamıştır.
c — Üçüncüsü: Mürşid; uygun gördüğü bir şahsa, kısa zamanda vazifesini tamamlatır, veya onu çileye tabi tutar, veyahutta kendi görüş ve yetkisine dayanarak bir kişiye hilafet verebilir .
Bu bilgileri bizzat Gavs (K.S.) bir sohbetinde dile getirmiştir. Gavs (K.S.) önceleri ilmi – şeriatı tahsil etmiş sonraları da tarikat ameline başlamıştır. Mübarek Şah-ı Hazne (K.S.)’ye intisab ettikten sonra özel vird ve amelinin yanında tekke hizmetler ini de en iyi şekilde yapmıştır. Mübarek kırk seneye yakın bir zaman tarikatle uğraşıp, Şah-ı Hazne (K. S.) ile ilgi kurmuştur. Bu müddet zarfında Şeyhi kendisine devamlı Şeyh Abdülhakim diye hitap etmiştir. Gavs (K.S.) büyük bir âlimdi. Ayrıca tarikat ameli olan kalb, le-tâif ve Nefi-yu isbatını tamamladıktan bir zaman sonra Ramazan ayında gördüğü rüyayı Şahı Hazne’ye (K.S.) anlatır.
Rüya şöyledir: «Hazret der: Abdülhakim, Şahı Hazne (K.S.)’ye söyle, seni artık fazla yormasın. Sen halifeliği hakkı ile kazandın artık hakkını versin yeter» bu rüyadan sonra Şah-ı Hazne (K.S.) der: «Şeyh Abdülhakim (K.S.) ben de biliyordum ama Ramazan Ayının feyz ve bereketin den daha fazla istifade edesin diye seni çalıştırıyordum Madem Sâdat böyle istiyor, hakkındır deyip 1938 yılında hilâfeti vermiştir.( Sayfa 34’de Yapılan Halifelik Tanımlaması ve Kısımları-sayfa numaraları basımlara göre farklılık göstermekte )

Yukarıdaki bilgilerde de görüldüğü üzere silsile kavramını her ne hikmetse tüm tarikat ve yapılanma kullanır. Bu kavramın hiçbir aslı astarı yoktur.

Buradaki esas amaçları peygamber soyundan geldiğini iddia ederek hem üstünlük kurmak hem de insanların buna itibar ettiğini bildiklerinden ötürü bu yönüyle onları daha kolay elde tutmaktır.

Yine aynı şekilde rüya konusunu da istismar ederek İslam’ın şiarı gibi göstermekte ve bunu da kullanarak tüm kapıları şeyh veya hazne’ye çıkarmaktalar.

“Seyyid Abdülhakim el Hüseyni (Gavs-i Bilvanisi) Hayatı ve Nakşibendi Tarikatı” İsimli Kitabın Sahtekarlıkları 4 : “Allah resulu’nun ruhaniyeti, başta olmak üzere ,diğer bütün sadatlar o halkaya inerken ; orada bulunan cemaatin arzularını kayıt ederler.” (S.39-40) Efendim biz hatme yapıyoruz, sadatlar da bu işin üzerinde çok duruyorlar.
Acaba bu hatmelerden bize ne fayda geliyor?

CEVAP (BU BÖLÜM KİTAP İÇİNDEKİ YANITTIR SÜLEYMANLI HABERİN YANITI DEĞİL) :  Menfaatlan çoktur. Bir örnek verelim; Şimdi Resûl-i Ekrem (A.S.) bize dese» sen ümmetime en iyi bir amel tavsiye et, öğret. Bilirmisiniz ben ne tavsiye ederim? Hatme-î Hâcegânı tavsiye, ederim. Çünkü hatmenin reisi Resul-i Ekrem (A.S.) dır. Silsile-i şerif okunmaya başladıktan sonra. Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’ in ruhaniyet i başta olmak üzere, diğer bütün sâdatlar o halkaya iner. Ve orada bulunan bütün cemaatın arzularını kayıt ederler. Silsile okunması tamam olduktan sonra Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’in rûhâniyeti ve sâdatlar o halkada bulunanların arzu ve isteklerini doğrudan Rabb’ül-Âlemîn’e götürürler. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)’in götürdüğü istekler hiç reddedilmez.

Bu yalan hemen hemen tüm tarikatlarda mevcuttur ve kesinlikle böyle bir uygulama yoktur. Yukarıda size hatme konusundan ve bu şartları taşımayanlar hatmeye dahil etmediklerinden bahsetmiştik.

İslam dinin de Müslümanlar arasında kesinlikle bir kast sistemi olmadığı gibi kendi tarikat şeyhlerinin isimleri öğretilerek yapılan, Allah Resülünün de ruhunun indiği ve isteklerini direk Rabb’ül-Âlemîn’e götürüldüğünü öğreten Hatme-î Hâcegân diye uydurulan bu şeye ne Hadis Kaynaklarında ne de peygamberimizin döneminde rastlayamazsınız.

İlerleyen yıllarda sahabe döneminde Şii öğretiler ve Galat Fırkaların da temellerini dayandıracakları bazı mescitlerde bu tür halkalar meydana gelmiştir. Ancak bunu gören sahabilerin şiddetle kızdıklarını ve derhal bu tür bidatları yasakladıklarına dair rivayetlere sahih hadis kaynaklarından ulaşabilirsiniz.

Günümüzde bizlerinde bir çok tefsir ve hadis alanında istifade ettiği İlahiyatçı Merhum Yazar Ali Küçük Hocanın (Allah ondan razı olsun) çalışmalarında ve derslerinde bu kaynakları delilleri ile birlikte açıkladığını, dileyen kardeşlerimiz youtube kanalında veya Merhum Ali hocanın eserlerinde bakabilirler.

“Seyyid Abdülhakim el Hüseyni (Gavs-i Bilvanisi) Hayatı ve Nakşibendi Tarikatı” İsimli Kitabın Sahtekarlıkları 5 : Kıymetli okuyucu kardeşlerimiz bu kitabın neresinden tutsak elimizde kaldığından bundan sonraki yalanlar için sayfa numaraları verelim. Dilerseniz daha geniş bir zamanda bu sayfa numaralarının öncesini sonrasını didik didik ederek okuyun ki Ehli Sünnet maskesi altında milleti nasıl kandırdıklarını görün. Dilerseniz sayfa numaralarını verelim: (S.63-64) S.73 Keramet ithal etme yalanı ,  (S.125-126) Hz Ali’ye iftira atması ve kesik kolu yapıştırma yalanı , (S.131) Ricalü’1-gayb yalanı , (S.132) Hızır (a.s adına yalan) ,S.133 ,(S.241) Sofilik Makamı Yalanı, 243 Gavs’ın Yalanları, İmam Rabbani’nin Rabıta Tarifi, Yusuf 24’e yanlış mana vermesi ve Keşşaf tefsirine iftira etmesi (S.255),Şeyhin tanrılaşması ve müridin tapınması gerçeği (S.261-262),Şirk ve hayali rabıta cahiliyesi (S.263-265),“Sizler işlerinizden şaşkın ve muhayyer olduğunuz vakit kabir ehlinden yardım isteyiniz .” Yalanı, şirki ve hurafesi(S.266-267),“İntisab eden ravza’da olsa Saadet’ül mescidin dışında mürşidine dönerek rabıta eder.”şirki ve hurafesi (S.266-267),Gavs-ı Hızani(K.S): Mürid şeyhinin rabıtasına kemal-i itina gösterir , hatta Ravza’da dahi şeyhine rabıta ederdi.” Hurafesi ve şirki (S.267), Tassavuf dininin Cahiliye kuralları ve hurafesi (S.267-269), Hatme ve teveccuht eki rabıta ve büyü şirk ve hurafesi (S.273-275),Silsile-i Ruhban sınıfı (S.344-345)

Eserde öyle sapkınlıklar vardır ki bunları hem akıl karı değil hem de Kuran ve Sünnete uymamaktadır. İçerik olarak Mesnevi’de bulunan bazı hikayelere benzer nitelikte olmasına rağmen kendilerine ait olduğunu iddia etmekteler. Ancak eserlerine reddiye yazınca kendilerinin olmadığını, başka eserlerden alıntıladıklarına dair savunmaya geçmeleri ve tevillere de başvurmaları gülünç bir durumdur.

Şimdi de Menzil Tarikatının müritlerine okumalarını dayattığı aynı eser ve başka eserlerde yer alan diğer bazı şirk ve yalan içerikli menkıbe- hikayelere değineceğiz.

Şeyhine karısını sunan mürit menkıbesi!

Bir gün şeyhi İbrahim ethemi çağırır, ”benim canım şarap istiyor, falan çarşıda falan dükkanda vardır, git bana al getir” der. İbrahim ethem hiç kalbini bozmadan itikadını zedelemeden söylenen dükkana gider, şarabı alır getirir şeyhine arz eder. Şeyh, ”Artık canım istemiyor” deyip şarabı red eder. İbrahim ethem için imtihan devresi başlamıştır artık, şeyhi onu tecrübelerden geçirmektedir. Aradan bir müddet geçer. Şeyhi onu çağırıp ”Canım güzel bir kadın istiyor” der. İbrahim ethem ”Peki kurban” deyip huzurdan çıkar, düşünmeye başlar, şeyhimin emrini acaba nasıl yerine getireceğim diye. Eskiden olsaydı padişahlık zamanında etrafımda pek çok güzel kadın vardı, fakat şimdi ne yapacağım şeyhimin arzusunu nasıl yerine getireceğim diye düşüne düşüne eve gider. Eve girer, hanımına ”kalk en iyi elbiseleri giyin ziynetini tak. Beraberce şeyhin yanına gideceğiz.” der. Hanımı hazırlanır ve beraberce çıkarlar , şeyhin huzuruna çıkarak ”Efendim emriniz üzerine getirdim ” der. Şeyhi ”ne getirdin?” diye sorunca ‘Siz benden genç ve güzel bir kadın istememiş miydiniz? Kendi hanımımdan daha güzelini bulmama imkan olmadığından onu getirdim” diye durumu arz eder. Şeyh kadını geri yollar, itikadını teslimiyetini tam olarak ölçen şeyh hemen İbrahim etheme halifelik verir. İbrahim ethem zamanın en büyük evliyası olur. (Seyyid Abdulhâkîm El-Hüseynî: Sohbetler, Sayfa 118, Seytaç Yayınevi, 4.baskı, nisan 2015) Telif haklarına rivayet ederek internet ortamında paylaşılmış olan bu kitabın ilgili bölümünü sitemize ekliyoruz. İlgili metinler ve kitabın içerisinde bölüme dair görüntü.

menzilsapikliklari

menzilsapikliklari1

Açıklama: Bu menkıbe, Şeyhe karşı hiçbir şek ve şüphe olmadan tam bir teslimiyeti ve getirisinin üstün bir mertebe olduğu yalanına müritleri inandırmak için yazılmış; Müritlerin bilinç altına ”şeyh size ne emrederse yapmalısınız, şarap istese bile haramdır deyip itiraz etmeyin, hatta karınızı bile şeyhten sakınmayın ki evliya olabilin” mesajı vermektedir. Halbuki bir mürit hiçbir zaman evliya olamaz. Ömür boyu şeyhin kölesi olarak kalır. Ayrıca Allah dostu olmak için Allah’ın sizi dost olarak kabul etmesi gerekir. Bir şeyh size halifelik verince evliya olamazsınız. Bu menkıbeler ile müritlerin beyni köleliğe alışmakta, ilerleyen safhalarda ”ben şeyhimin ayak tozuyum, kapısında köpeğim” diyenler ortaya çıkmaktadır. Bu tarikatlara girenler karısını bile şeyhine ikram edecek kadar ahlaksız duruma gelirler.

Allah dostu zina ederse günah değilmiş çünkü kaderinde varmış!

Soru: “Veli- peygamber gibi hiç günah işlemez mi?”
Cevap: “Peygamberlerin hiç günah ve kusur işlememesinin vacib olduğu gibi veliye de bu halin vacib olduğu söylenemez ancak velinin Allah tarafından  korunduğu söylenir. Veli hata yanılma ve afetle günaha bulaşırsa onda ısrar etmez. Bu onlardan bulunması imkansız bir sıfat değildir. Cüneydi bağdadi’ye ”Ey ebul kasım. Veli zina gibi kötü bir iş yapar mı?” diye sorulunca hazret bir müddet başını öne eğip düşündü. Sonra başını kaldırıp şu ayeti okudu: ”..Allah’ın her işi takdir edilmiştir, hükmü verilmiştir.” (Ahzab 38.ayet) yani takdir edilmişse onunda başına gelir. (Kaynak: Abdulkerim Kuşeyri: Kuşeyri Risalesi, sayfa 647, Semerkand Yayınları, 2012, Çeviren: Dilaver selvi, 11.baskı)

Açıklama: Allah’ın büyük günahlar arasında saydığı bir suçu, zina etmeyi, Kadere ve Allah’ın takdir etmiş olmasına bağlamak Allah’a iftira etmektedir. Allah hem yasaklayıp hem zina mı ettirmektedir? Böyle bir Allah -haşa- kendi kendisiyle çelişir. Kişi günah işlemeyi kendisi tercih eder. Bu kaderci zihniyetin İslam ile alakası yoktur. Bahsi geçen ayette de nebilere farz kılınan şeylerin zorluk olmadığı ve daha önceden bu farzların takdir edildiği yazmaktadır.  ”Nebiler için Allah’ın üzerine farz kıldığı şeyde güçlük yoktur. Gelip geçenler arasında Allah’ın sünneti buydu. Ve Allah’ın emri takdir edilmiş kaderdi.” (Ahzab Suresi 38) Bu ayetin, Allah’ın önce zinayı yasaklayıp sonra kaderine zina yazmasıyla hiç alakası yoktur.

Helak olacağımızı bilsek bile şeyhe itaat etmek lazımmış!

Hurafe: Mürit, mürşidin her emrini hatta başının kesilmesini canını feda etmesi gerektiğini dahi emretse geciktirmeden hemen emri yerine getirir. Emri yerine getirmemek için şer-i dini bir mesele dışında birtakım mazeret beyan etmez. Şayet emri yerine getirmek için mürşidine söz vermişse verdiği sözü mutlaka yerine getirir, helak olacağını bilse bile…Kuvvetli olan görüşe göre, mürit cenabı hakkın kendisini adeta mürşidi  için yarattığına inanır. (Kaynak: Halidiye risalesi – Mevlana Halidi Bağdadi, sayfa 74, Semerkand Yayınevi, 2013, tercüme: Suad Demirtaş, 3.baskı)

Açıklama: Bu cümlelerde şeyh ne derse desin vahiy gibi kabul etmek hatta adam öldür dese bile hemen bu emri uygulamak gerektiğini anlatmakla; müritleri kendilerine kul köle edinmiş olurlar ve istedikleri gibi kullanırlar. 15 Temmuz 2016 yılında yaşanan FETÖ olayı da işte bu zihniyetin ürünüdür. Üstadına kulluk eden müritler emri uygulamış ve masum insanları tankla ezmiştir. Ayrıca kimse şeyhe mürit olmak için yaratılmaz. Allah bizleri niçin yarattığını şöyle açıklamıştır: ”Ve ben cinleri ve insanları ancak bana kul olsunlar diye yarattım. ” (Zariyat Suresi 56)

Müritler kendini köpek olarak görmeliymiş!

Hurafe: Seyri sülük ve mucahede edebi; Madde 17: Kendini gerçek manada salih saymamak bilakis nefsini azgın bir köpek gibi görmek ve insanlar zarar görmesin diye nefsin mutlaka hapsedilmesi terbiye edilmesi gerektiğini düşünmek…

Madde 21: Mürşide karşı son derece ihlaslı ve muhabbetli olmak: mürit şöyle inanmalıdır, mürşidim benim için tek ve benzersizdir, saadetim onun rızasına şekavetim helak olmam ise onun razı olmamasına bağlıdır. (Kaynak: Halidiye risalesi – mevlana halidi bağdadi, sayfa 111, Semerkand Yayınevi, 2013, tercüme: Suad Demirtaş, 3.baskı)

Açıklama: 17.madede müritlerin kendini köpek olarak görmesi hatta karantinaya alınan azgın bir köpek gibi hissetmeleri gerektiğini söylemek ”siz insan değilsiniz, bizlere kusursuz bir şekilde itaate edecek, beyinlerini kullanan insan vasfından çıkıp bizim köpeğimiz olacaksınız.” Demektir. Allah ile kandıranların zaten ”onurunuzu koruyun insan olun, köpekliğe özenmeyin” demesi de beklenemezdi. Menzil şeyhi Fevzettin Erol şöyle demiştir:  ”Bizim için gavsın köyü her an için mukaddestir. Köpeği mukaddestir, hele hele gavsın evlatları… Ben onların birer tane kölesiyim, onların köpeğiyim. Ben kendi şahsımı menzil köpeği olarak görüyorum.” Böylece müritleri de kendine özendirerek , diledikleri şekilde kullanmaya meylettirmektedir.

21.maddede ise müridin şeyhi razı etmek için yaşaması gerektiği söylenmiştir. Oysa ki bir Müslüman sadece Allah rızası için yaşar, şeyhin rızası için değil. Kula kulluğu emreden bu cemaat ise önce mürit toplamakta sonra bu müritleri istediği gibi kullanmak için müritlerin ” Saadetim onun rızasına, şekavetim helak olmam ise onun razı olmamasına bağlıdır.” demesi gerektiğini söylenmiştir. Amaç kendilerine köle edinmektir ve her şeylerini sömürüp Allah ile aldatmaktır. Bu kişilerin ahiret inancı da yoktur. Çünkü ahirete iman eden hiç kimse ”kurtuluş şeyhi razı etmekten geçer” diyemez, ahirete iman eden Müslümanlar ”Asıl kurtuluş Allah’ı razı etmektir” der.

Menzil’e ait Bir iddia: Eğer bir sofi sabahtan akşama kadar ne yaparsa yapsın hatme saati gelince hatmeye boynunu bükerek oturursa, Sadat-ı kiram onu günahı ile oradan kaldırmaz, onun üstünden günahlarını yüklenir. Ona hediyesini verir öyle gönderirler. (Menzilci bir sayfanın facebook gönderisidir.)

Açıklama: Ne hatme denen ölülere yalvarma ayini, nede günah yüklenmek İslam’da yoktur: “Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Günahla yüklenmiş birisi yükünü taşımak üzere akrabalarını bile çağırsa onun yükünden hiç bir şey taşınmaz. Sen yalnızca, kendi başlarına iken Rab’lerini sayan ve namazı gözeten kişileri uyarabilirsin. Kim kendisini arındırırsa kendisi yararına arınmıştır. Dönüş ALLAH’adır.” (35/Fatır suresi 18)

Sonuç: Menzil Cemaati Allah ile kandırarak insanların aklıyla dalga geçen, kendilerine köle edinme derdinde olup İslam ile alakası olmayanlarla dolu olan cemaatlerden biridir. Müslümanları kullanmak amacıyla dini bilinçli olarak şirkle bozmaktadır.

Bu kadar şirkin Kuran-ı Kerimi anlayarak okuyan, öğreten, kişiler tarafından, sizlere sunduğumuz onca ayet ve hadise rağmen bilinçsiz anlatılması mümkün değildir. Bu yapının kitapları ve diğer bölümlerini anlatan ikinci bir yazımızda ilerleye süreçlerde yayınlanacaktır.

Allah’u Alem bilerek Müslümanları Kuran’dan uzaklaştırıp şirk’e düşürmektedirler. Ama daha önce de dediğimiz gibi Elhamdulillah biz Müminlerin elinde çok güçlü iki silah mevcur:Kuran-ı Kerim ve Sünnet-i Rasulullah (s.a.v). Bu iki silahımızı din düşmanlarına karşı daima zaferle kullanmak nasip olsun inşaAllahurRahman.

Allah’a her daim yakin olmamız ve yazının kalbinize hitap etmesi duası ile selamette kalın kıymetli kardeşlerimiz…

Tek başlık altında okuyucularımıza uzun geldiğinden dolayı bu yazımız kısa tutulmaya çalışılmış olsa da eksiklikler ve atlamalar yapılmaması adına ilk yazımız bu şekildedir.

Menzil Cemaatinin Korkunç Yüzü ve Gerçekler

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir